HAYAT BAZEN GÖZ KIRPAR

 

“Bir yarayı iyileştiren, her şeyden önce orada bir yara olduğunu kabullenmekti.”

 

Yıllar önce, hiç de böyle düşünmez, başıma gelenlere sadece isyan edip ağlarken çizmiştim bu satırları. Şimdi tam da böyle düşünüyorum ne garip… Hayat bir yerlerden göz kırpıyor bazen.

 

Şu anda sahip olduğum şeyleri elde edebilmek için kendimi bildiğim günden beri çabaladım, çabalıyorum. Ne varsa elimde, hepsi bir emeğin karşılığı. Hepsinde, uğruna kazıdığım tırnaklarımın izlerini görebiliyorum. Ama ben çabalarken her şey tam da olması gerektiği gibi ilerlemedi genelde. Çok tosladım karşımdaki duvara, çok kez kapandı kapılar yüzüme ve çok kez gördüm dibi. Ama bir yerlerden öğrenmiştim; bazen dibi görmeden yükselmek mümkün olmazdı. Ancak dibi gördüğüm her an, kendime öfkelenerek, isyan ederek debelenip durdum; düştüğüm o bataklığa daha da saplanacağımı bildiğim halde. Daha zor oldu bu haldeyken kalkmak ama kalktım her seferinde bir şekilde. Bazen iyi insanlarla karşılaştım bazen kötü. İyi olanlar elimden tuttu, destek oldu; diğerleri yeni taşlar koydu yoluma. Acı tecrübeler de yaşadım güzel tecrübeler de. Güzel olanları mutlu etti, acı tecrübelere isyan ettim. “Neden hep beni buluyor?” dedim. Şimdi yavaş yavaş anlıyorum ki acı olan tecrübeye isyan etmek yerine onu da cebime koymam gerekiyormuş. Artık öyle yapmaya gayret ediyorum. Tam anlamıyla yapamasam da bilincindeyim bunun. Hayatta ne yaşıyorsak bir şey öğretiyor bize. Acı olan deneyimin de öğretmek istediği bir şey var, güzel olanın da. Hayatta acı da var tatlı da… Nitekim sadece biri olsaydı yaşamak mümkün olur muydu hakkını vererek?

Şimdi söyleyemiyorum ama şu cümleleri sarf edeceğim günler gelecek elbet…

25. yaşım beni şimdiye kadar en çok büyüten yaşım oldu belki de… Vedalaşmayı öğrendim en başta. Sevdiğim ve bana iyi gelmeyen şeylerle; sevdiğim ve bana iyi gelen şeylerle. İkisi de zor oldu. İlkinin zorluğu, tanıdık acılarımla da vedalaşmış olmamdı. Bana iyi gelmeyen bir durumun içinde yıllarca, şikâyet etmeden yaşarken bunun aslında benim tanıdık acım olduğunu, konfor alanım olduğunu gördüm. Bu alandan çıkıp bana iyi gelen, bilmediğim bir alana geçtim. Kısa sürede alıştım ve anksiyete neredeyse terk etti bünyemi. Ama orayla da kendi isteğim dışında vedalaşmam gerekti. İlki bana, hayatımda karşı çıkmam, yapmamam gereken şeyleri gösterdi somut şekilde. İkincisi çok güzel insanlar bıraktı. Şu an bir başımayım, bunları yazarken. Ama biliyorum ki kendime sarılıp kendimi ayağa kaldırmam mümkün oldu. Zihnimde artık Ezginin Günlüğü'nden Gemi değil; Hümeyra’dan Kirli Beyaz Kedi çalarken, içine düştüğüm kuyudan, kendime ışık saçarak çıkacağım o günün gelmesini bekledim sabırla. Ve şimdi hissediyorum o günün geldiğini…

Vedalaşmayı öğrendim, diyeceğim. Ve ardından şu cümleler gelecek: Kendimi hırpalamamayı öğreniyorum. Yaşanana isyan etmek yerine, onun bana neyi öğrettiğini görmeyi öğrenmeye çabalıyorum. Başıma gelen şeyleri kabul ediyorum ve orada saplanıp kalmamaya çalışıyorum. "Orada bir yara olduğunu kabul" ederek iyileşmeyi bekliyorum. Önümde beni bekleyen bir yol muhakkak var ve ben onu bulmayı öğreniyorum. Bir yol bittiğinde, vedalar edildiğinde kendimden topraklar verip yeni yollar yaratacağım. Çiçeklerle bezeyeceğim yeni yolumu da. Eskiyi genelde tebessüm ederek hatırlıyorum. Hayatta canımı acıtan şeyler de olacak, kendime güldüğüm şeyler de. Bazılarını çocukluğuma vereceğim. Bazılarından da ne dersler çıkarmam gerektiğine bakacağım artık.

Kendimi sevmeyi öğreniyorum. Çiçeklerle bezeli olan bu yeni yolumun sonuna geldiğimde ise, demek ki zamanı şimdiymiş, vakti bu kadarmış, vardır bunun da bir sebebi demeyi öğreniyorum; bana göz kırpan o yeni yola doğru uzanırken. Çünkü hayat da göz kırpıyor bize bazen, ben de sadece onu görmeyi öğrenmeye çabalıyorum artık.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÖYLESİNE