Kayıtlar

HAYAT BAZEN GÖZ KIRPAR

Resim
  “Bir yarayı iyileştiren, her şeyden önce orada bir yara olduğunu kabullenmekti.”   Yıllar önce, hiç de böyle düşünmez, başıma gelenlere sadece isyan edip ağlarken çizmiştim bu satırları. Şimdi tam da böyle düşünüyorum ne garip… Hayat bir yerlerden göz kırpıyor bazen.   Şu anda sahip olduğum şeyleri elde edebilmek için kendimi bildiğim günden beri çabaladım, çabalıyorum. Ne varsa elimde, hepsi bir emeğin karşılığı. Hepsinde, uğruna kazıdığım tırnaklarımın izlerini görebiliyorum. Ama ben çabalarken her şey tam da olması gerektiği gibi ilerlemedi genelde. Çok tosladım karşımdaki duvara, çok kez kapandı kapılar yüzüme ve çok kez gördüm dibi. Ama bir yerlerden öğrenmiştim; bazen dibi görmeden yükselmek mümkün olmazdı. Ancak dibi gördüğüm her an, kendime öfkelenerek, isyan ederek debelenip durdum; düştüğüm o bataklığa daha da saplanacağımı bildiğim halde. Daha zor oldu bu haldeyken kalkmak ama kalktım her seferinde bir şekilde. Bazen iyi insanlarla karşılaştım bazen...
Resim
  O SOĞUK YEL “Önce Kurtköy’de bi’ ev almıştım, beğenmedim orayı sattım,” diyor karşısındaki kadına havalı havalı, başındaki pembe şalı düzeltiyor. “Sonra Kartal köprüsünün oradan aldım, orayı beğendim ama sattım orayı da, babamlara uzak diye.” Sonra ailesine yakın olan bilmemnereden almış ev. Ukala ukala anlatıyor, sinir oluyorum. Çünkü burası değil hava atmanın yeri. Rüzgâr’a bakıp duruyorum ağlayacak mı diye. Kıpkırmızı olmuş yüzü, ağlayamıyor belli, ama kötü, çok kötü. İncecik giyinmiş bu Aralık gününde. Ne yapacağını bilemiyor belli. Ama ağlamıyor da, sıkmış yine kendini. O hep böyleydi zaten, poyrazı hep kendine esen, kendi içini üşüten Rüzgâr… Yine kendi kalbini üşütüyor, belli. Kolay mı, babası öldü, hem de gencecik yaşında. Cemevindeyiz, Ahmet Amca’nın ölüm haberi geldi dün, epeydir hastanede yatıyordu, doktorlar ümit yok demişlerdi ama bizde yine bir umut, hastaneden çıkar diye beklemişiz. Boğazımda hissettiğim yumru nefes almamı engelliyor. Göğsümün üstünde ise koca ...

ÖYLESİNE

Resim
Kendimizi sakinliğe ve derin düşüncelere bıraktığımız bir günün akşamıydı. Plajın iskelesinde oturmuş, deniz kokusunu içime çekiyor, bir yandan da suya düşsem keşke, ne yaparım acaba diye düşünüp duruyordum. Her şeyin ziyadesiyle üzerime geldiğini, boğulmak üzere olduğumu hissettiğim bir anda gitmiştim onca yolu. O da gelmişti. Öyle başımı alıp gitmek istediğim için istifa falan edip, kimseye ses seda etmeden çıkmamıştım yola. Yıllık iznimdi, bu sakin tatili bir ay öncesinden ayarlamıştım. Tek başıma çıkmak istiyordum ama bir yandan da yalnızlıktan korkuyordum. Nihayetinde rakısını tokuşturacağı birini istiyor insan karşısında. Yalnızlığın insana huzur veren bir tedirginliği var. Hem yalnız kalmak istiyorsun hem deliler gibi korkuyorsun yalnız kalmaktan. Belki de korktuğun şey yalnız kalmak değil, kendinle kalmak. Velhasılıkelam, iskeleden dönmüş plajda otururken, gecenin karanlığında oradaki en güzel deniz kabuklarını seçip hatıra diye yanıma alacakken çıkıvermişti cümle ağzımdan. “Ba...
Resim
  ÜMİTLİ OLMANIN YOLU Her sabah olduğu gibi bu sabah da büyük bir bezginlikle uyandım. Telefonuma düşen bildirimler, yapılacak işler, yanıtlanacak mailler, yazılacak metinler arasında kaybolduğum bir haftaya başlıyordum işte yine. Gece geçirdiğim anksiyete ve peşinden gelen ağlama krizi nedeniyle şişmiş gözaltlarımı yok edecek, göz makyajımı biraz abartacak; sahte gülüşümü mümkün olduğunca saklamak için koyu bir rujun ardına sığınacak, sokulduğu kıyafetlerden hoşnut olmayan bedenimi bir de rahatsız topuklu ayakkabılara teslim edip tüm travmalarımla birlikte çıkacaktım evden. Ümidimi kaybettim. Her şey o kadar saçma ilerliyor ki gerçekten ne istediğimi unuttum çoktan. Uzun süredir işyerinde sorun yaşıyor, verilen işleri gerekenden kısa sürede yapmam beklendiğinden yetiştiremiyor, bir gün gecikse dünya başına yıkılacakmış gibi davranan işverenimin bakışlarından kaçmak için geceleri de evde çalışıyorum. Bir reklam ajansında metin yazarıyım. Her daim birbirinden ilginç fikirlerim o...
Resim
  BAVUL   Yeni taşınmamıştın buraya. Bavullarını açmamıştın ama. Açamamıştın. Burada yeni ve rengi soluk giysiler almıştın kendine. Bavulların içinden çıkacaklardan değil de içinden çıkacaklara yüklediğin anlamlarla yüzleşmekten korkuyordun. Ne cesaretin vardı buna ne de gücün. Sanki birinin fermuarını açsan, “Senin yüzünden öldü annen!” diye bağıracaktı. “Kedin senden nefret ettiği için kaçtı evden! Arkadaşların da terk etti seni. Sen kimseyi terk edemezdin zaten. Böyle kararlar alamazdın. İnsanları hayatına dahil edemediğin gibi, kimseyi de çıkaramazdın hayatından. Belki de bundandı telefon rehberinin bir mezarlığa dönüşmesi. Herkes gitmişti yine. Sen fark etmemiştin. Kimse açmaz zaten senin telefonunu. Annen istemedi ki seni. Belki de bundandı görünmezliğin. Bundandı teninin solukluğu. Annen görmek istemedi seni. Bir ışıltın olmadı bu yüzden. Yüzünü bir gören bir daha anımsamadı seni. Saçlarının sarısı teninin sarısına bu yüzden karışmıştı belki de. Hep soluk renkle...